Kürtçe’yi sohbetlerde, babalığını maaş günü öğrendi
12 Mayıs 2024 01:41

MUŞ’TA SİLVANLI OLDU! Kürtçe’yi sohbetlerde, babalığını maaş günü öğrendi

Tekirdağ Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra ilk görev yeri Muş’ta sorana “Silvanlıyım” deyip Kürtçe’yi “farkında olmadan” öğrenen Edirneli Öğretmen Orhan Çalışkan, eşinin Yozgat’taki doğumunu Zonguldak’ta maaş günü duydu…

Aktan Uslu Tüm haberleri

Uzunköprü söyleşileri: 3 - 1

Gündemin müthiş bir hızla sürekli değiştiği ülkemizde geride kalan haftanın gündemi veya gündemlerinden biri, öğretmenler oldu. İstanbul’un Eyüpsultan İlçesi’ne bağlı Alibeyköy Mahallesi’ndeki bir özel okulda müdürlük yapan 74 yaşındaki öğretmen İbrahim Oktugan’ın görevi başında öğrencisi tarafından katli, ülke genelinde de, Gebze yerelinde de toplumda infial yaratırken öğretmenleri de ayaklandırdı.

Yaşamını halen Uzunköprü’de sürdüren Emekli Öğretmen Hüseyin Çalışkan ile söyleşimizde bu vaka üzerinden eğitimde ve toplumda giderek yaygınlaşan şiddet vakalarına değinmedik. Zaten söyleşimizde, bu saldırıdan öncesi gerçekleşti.

Orhan Çalışkan’a Uzunköprüpor – Gebzespor maçının oynandığı gün, Uzunköprü Öğretmenevi’nde konuk olduk. Söyleşiye, sendikal mevzular ile başladık… Muş ve Zonguldak anılarından girip Uzunköprü’yü anlattırdık. Köy Enstitüleri’nden çıktık. Bugün günlerden pazar. Çalışkan ile söyleşinin ilk bölümünü, Muş ve Zonguldak “maceraları”na ayırdık.

 Tekirdağ Eğitim Enstitüsü mezunu Orhan Çalışkan önce Muş ardından Zonguldak’ta görev yapıp memleketi Edirne’nin Uzunköprü İlçesi’nde, Atatürk Mahallesi’ndeki Atatürk İlköğretim Okulu’ndan emekliye ayrıldı oldu. Bu yılın temmuz ayında, emeklilikte 18’nci yılına girecek olan Çalışkan, emekliliği sonrası Halk Eğitim Merkezi’nde birkaç okuma yazma kursunda eğitmenliğin dışında, meslekten inzivaya çekildi. Aslen, Edirne’nin Uzunköprü’ye sınır komşusu olan Meriç İlçesi eşrafından. 1979 yılında başladığı mesleğinde sendikal mücadele içinde hep yer aldı. Emekliliği sonrası siyasete de kayıtsız kalmayan Çalışkan, arkadaşı Zeki Temiz ile birlikte 31 Mart yerel seçimlerinde SOL Parti’den Uzunköprü’nün il genel meclis üyesi adayı oldu. Ancak gerek kendisinin gerek dava arkadaşının o süreçteki sağlık problemlerinden ötürü sağlıklı bir çalışma yürütemedi.

AĞARDI’YI “AĞARDILI” BİLMİYOR

ZIĞAN DEYİNCE HERKES BİLDİ

1979’da mesleğe başladığında ilk görev yerinin kurayla belirlendiğini, kendisine Muş’un çıktığını belirten Çalışkan, Muş’a değil ama Muş’a geldikten sonra görev yerine ulaşmada, ilginç bir zorluk yaşamış: “Muş’ta, Ağardı Köyü’ne tayinim çıktı ama Muş merkeze gittiğimde sorduğum kimse köyü tanımıyor. İlçe Milli Eğitim’de müstahdeme sordular. ‘Köyü Kürtçe ismiyle, Zığan diye sorun’ dedi. Öyle de yaptım. Zığan diye sorunca, Ağardı’yı tanımayan ‘Ağardılılar’ bile, ‘Bizim köyümüz’ dedi. Köylerin ismi değişti ama yerel ahali, bilmiyor ve zaten adapte olamadılar. Resmi şekilde, yukarıdan yapılan bir uygulama. ‘A Köyü’ isim değişip ‘B Köyü’ olmuş ama köyün ahalisi, yeni ismi bilmiyor. Bundan ötürü çok büyük sorun yaşamadım ama köydeki görevime bir iki gün önce başlayabilirdim.”

İlk görev yaptığı köyün günümüzde belde statüsündeki Yaygın nahiyesine 36, Muş şehir merkezine 72 kilometre mesafede olduğunu kaydeden Çalışkan, “Köyümüz, Solhan Dağları’nın eteklerindeydi. Araç yokluğunda; yaya olarak Yaygın’dan köye çıkarken altı, köyden Yayğın’a dönerken dört saat mesafede. O zamanlar maaş günümüz, her ayın ilk cuma günü idi. Köyden gidip gelmenin zorluğundan ötürü, köye cumartesi pazar günleri rahatça dönebilelim diye böyle ayarlanmıştı.

Ayda bir gün aşağı köylerde arkadaşlara misafir olurduk. Araç bulursak araçla, araç bulamazsak ana yola kadar yürürdük. Solhan’dan geçen arabalarda bazen yer olur bazen olmazdı. Yine Yaygın’a kadar altı kilometre yürürdük. Yaygın’da bazen kalıyorduk, araba bulduğumuzda şehir merkezine gidip kalıyorduk. Maaşımızı alıp, tanıdıklarla sohbet edip dönüyorduk.

İki metre kara, bazen sıfırın altında 30 dereceyi bulan hava koşullarına tanık olduğunu belirten Çalışkan, “İlk gittiğim yıl, yanılmıyorsam 21 Ekim günü idi. İlk kar düştü, bir daha hiç kalkmadı. Bir gün mayıs ayı maaşı için Muş’a gittik, otelde kalıyorduk. Sabah Muş merkezinde bir metre karla uyandık. Greyderler toplamaya çalışıyordu.  Muş merkezinde dağ gibi kar oluyordu. Aracı gereci, elektriği olmayan öyle bir hayattı. Köye ancak baharda veya yazın resmi işler gelir, köye kimse uğramaz. Öğretmen köylüyle yaşar. Okulun ihtiyaçlarını da öğretmen karşılamaya çalışır. Yumurta akıyla kurumu karıştırarak kara tahtayı boyadığım çok olmuştur. Köylü de pek yardım etmezdi, çalışıyorlardı. Öğretmenin lojmanı yok, bekâr ancak ekmeğe ihtiyaç var. Müdür odasında kalırdım. Un verirdik, tandır yaparlardı. Unu da şehre giden bir tanıdık köylüye getirtirdik. O bize iki çuval un alır, evine koyardı. O insanlar bize haftada, 10 günde bir tandır ekmeği yapardı. Şehre gittiğimizde en çok bize gerekli olan ışık için gazdı. Gazın dışında zeytinle işi götürürsün ama gaz olayını bulduk mu bizim için sorunların çoğu aşılırdı” dedi.

ÇOCUĞA SÖYLEDİĞİMİ ÇOCUK BANA

SÖYLÜYOR: OĞLUM GİT ODUN GETİR

Ana dili Kürtçe olan insanların yaşadığı köyde ancak bir eve gittiğinde misafirin hatırına beş dakikalığına Türkçe konuşulduğunu belirten Çalışkan, “Biz insanların mimiklerinden ne demek istediklerini anlamaya çalışırdık. Sadece bir şey sorursan Türkçe yanıt verirlerdi. Kürtçe öğrenmek zorundasın. O süreçte okulda diğerlerine nazaran zekice çocuklardan ikisini yanıma aldım. İhtiyaç duyduğum kadarıyla, Türkçe isimlerin Kürtçe karşılığını kağıda yazdırıp ezberledim.

Okulda daha zeki öğrencilerden ikisini aldım. Gerekli olan kelimelerin Türkçe karşılığında Kürtçelerini yazdım. Müdür odasında kalıyordum. Ezberledim kelimeleri. Çocuklarla sürekli Kürtçe konuşmak zorundasın. Bir gün Nedim Çelik adlı zeki bir çocuk sınıfa geldiğinde, ‘Oğlum git odun getir’ dedim. O da bana, ‘Oğlum git odun getir’ diyor. Sonra Mehmet Atmaca diye bir abimiz vardı. Ona söyledim. Çocukla Kürtçe konuştu. Anası çocuğa, ‘Öğretmen ne dedi, sen de onu söyle’ diye tembihlemiş. Türkçe bilmeyen çocuk da annesinin söylediğini yapıyor. Mehmet abi çocuğa, ‘Gura gura ……’ dedi. Çocuk gitti odun getirdi. Ondan sonra ben yavaş yavaş kelimeleri ezberledim. Mecburi, ihtiyacın olduğundan Kürtçe’de bazı kelimeleri öğrenmek zorundasın. Ekmek, gaz, tezek istemeyi bilmelisin. Soruyorsun, babası nereye gitmiş? Yakını nereye gittiğini söylüyor falan filan. İki sene sonunda yine bir sohbetteyim. Ben de çok farkına varmadan Kürtçe konuşuyorum. İki sene sonunda, farkında olmadan Kürtçe’yi öğrenmiştim” dedi.

“DİYARBAKIR, SİLVANLIYIM!”

Kendisine memleketini sorduklarında ise Diyarbakır, Silvanlı olduğunu söyleyen Çalışkan gerekçesini şöyle izah etti: “O yıllarda güçlü aşiret üyesi ya da Kürt olmak sana her alanda belli bir avantaj sağlıyor. Seni tanımayanlar Kürt olduğunu sanınca daha fazla güveniyorlar. Daha sıcak ilişki kuruyorlar. Alışverişte daha fazla yardımcı oluyorlar. Buna ırkçılık denemez, öyle olsa diğer öğretmenlere farklı bakarlar. Milliyetçi, etnik milliyetçilik tutumu var. Faşistlik düzeyinde değil ama ne kadar bakarsan bak kendi içlerinde milliyetçilik yapıyorlar.

Burgaz’dan, Babaeski’den arkadaşlarımla alışverişe giderdik. Ben Kürtçe konuşurdum. Oturturlar, kahvemi alırlar, eşyamı paketleyip arabaya kadar götürürlerdi. Aynı ürün için diyelim ki diğer arkadaştan 100 lira almışsa benden yüzde 20 indirimle 80 lira alırlar, ikramda bulunurlardı. Kürtçe öğrenmekle orada insanlarla çok daha iyi diyalog kurabildim. O insanları daha iyi anlayabildim. Dertlerini kendi dilleriyle anlattığından onları daha iyi tanıyabildim. Öyle bir yaşamdı o yıllarda. Zorluklar çekiyorduk, tamam ama Kürtçe konuşmak zorlukları biraz daha aşmamıza sebep oldu” diye konuştu.

ELEKTRİK, TELEVİZYON BÜYÜK NİMET:

RAPİD – GALATASARAY MAÇI İZLEDİK

Askerlik görevi sonrası Yaygın beldesine beş altı kilometre mesafede, ismi Dağarası’ndan 100’ncü Yıl’a dönüşen köye tayinin çıktığını kaydeden Çalışkan, “O köyde altıncı ayımdan sonra elektrik geldi, çok büyük bir nimet. Görüyorsun ışığı. Ondan sonra ışığın yanında su var. Kahvede siyah beyaz televizyon vardı. İzleyebiliyorduk. İyi hatırlıyorum o zamanlar. Rapid Wien – Galatasaray maçı vardı, Avrupa elemelerinde. Şampiyon kulüpler miydi, UEFA mı idi, öyle bir maçı seyretmiştik. Galatasaray tur atlamıştı. Televizyon görebilmek ve maç izleyebilmek büyük nimetti” dedi.

EREĞLİ: OTOBÜSÜN ÖNCE KUYRUĞU,

KUYRUĞU KURTULUNCA BURNU VİRAJDA

9 Ekim 1984’te tayininin Zonguldak’a çıktığını, kendisi gibi emekli öğretmen eşiyle evli olduğunu kaydeden Çalışkan, “Evlenmiştik ama geç olduğundan, bizim aynı yere tayine dair başvurumuz pek dikkate alınmadı. Hanımı Yozgat, Sarıkaya’ya, beni Zonguldak Ereğli’ye atadılar. Devrek’e 25, Ereğli’ye 40 kilometre mesafede Babadağı civarında bir köye. İlk gidişimde yolun altı 50-100 metre dere. Otobüsün burnu kurtulmadan kuyruğu, kuyruğu kurtulmadan burnu virajda. Otobüsün kapısına yaklaştım, devrilir mevrilir de atlarım aşağı, belki kurtuluruz diye. Görmemiş gibi, yol gittik.

O zamanlardan Ereğli’den Devrek’e günde bir araç kalkardı. Yanılmıyorsam ANAP’tan Ulaştırma Bakanlığı yapan Veysel Atasoy’un akrabaları işletiyordu. Biz de o arabaya yetişirsek sabahleyin Devrek’ten Ereğli’ye biner giderdik. Öyle bir hayat” diye konuştu.

Hanım, Yozgat’ta doğum yapmış, ben Zonguldak’tayım. Bir gün maaşa indim. Kayınvalidemi aradım, Erzincanlı. ‘Sabahat doğum yapmış haberin var mı?’ diye sordu. Olmadığını söyledim. Çocuğum oluyor haberim yok.

  • Boşanma gerekçesi, hocam!

Doğru, boşanma gerekçesi! Zaten ulaşım yok. Onlar bana, ‘Çocuğun oldu’ diye telgraf çekmişler. Ama köye ulaşmıyor. Aybaşı maaşımı almak için şehre gittiğimde öğreniyorum çocuğum olduğunu. Ondan sonra hemen gittim Milli Eğitim’e, izin aldım. O gün gece İstanbul’a vardım. Sabah erken geldim, çocuğumu gördüm. Öyle bir hayattı bizim hayat.

 

İkinci bölüm.. yakında...

Köy Enstitüleri, Eğit-Sen, Eğitim-Sen…

Habere ait diğer görseller

Güncelleme: 14 Mayıs 2024 15:44
BENZER HABERLER
X